Harvard Üniversitesi’nden Dr. Mehmet Berkmen, bakterilerle çalışıyor. Bakterilerden bağışıklık sisteminde görev alan antikorlar ürettiği çalışmasıyla bilim dünyasında adından söz ettiriyor. Onun için mikrobiyolog olmak bir işten ötesi, kendi deyişiyle bakterilere aşkla yaklaşıyor. Hatta onları kullanarak resimler yapıyor. Bu sayede aldığı prestijli ödüller de var. Dr. Berkmen, başarısının sırrını ve çalışmalarını Hürriyet’e anlattı. Önder Öndeş'in haberi... Dr. Mehmet Berkmen, Harvard Üniversitesi’nde çalışan bir Türk mikrobiyolog. Ancak Berkmen, kendini bir bilim adamından çok sanatçı olarak tanımlıyor. Bakterilere tabiri caiz ise aşık. Petri kaplarında onları kullanarak yaptığı resimlerle ABD’de biyosanat alanında ödüle layık görüldü. Şu an Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yanı sıra dünyanın önde gelen araştırma merkezlerinden New England Biolabs’ta da bakterilerin dünyasını inceliyor. İnsan vücudunda bağışıklık sisteminde görev alan antikorları, bakterilerden ürettiği çalışmasıyla bilim dünyasından takdir topluyor. Dr. Berkmen’e göre başarının ilk sırrı, insanların şevkini bulması ve takip etme cesaretini göstermesi. Harvard’a gitmek isteyen gençlere de önerilerde bulunan Dr. Berkmen, “Harvard senin ‘yapman gereken işlere’ bakmıyor. Sunduğun katkıları dikkate alıyor. Opera yazdın mı? Sahilde güneşlenmek yerine, dezavantajlı bölgelerde çocuklara yardım ettin mi? Sadece ineklemekle Harvard’a giremezsin” diyor. Sağlık Bakanlığı’nın davetlisi olarak İstanbul’a gelen Mehmet Berkmen ile çocukluğunun geçtiği Büyükada’da buluştuk. Gelin sizi onunla tanıştıralım.
TÜRKİYE’YE DÖNERİM DİYE BİYOTEKNOLOJİ EĞİTİMİ ALDIM
ABD’ye nasıl gittiniz? - Eğitim hayatımın çoğu yurtdışında geçti. Türkiye’den 10 yaşımdayken, 1980’lerde ailemle birlikte ayrıldık. Viyana’ya gittik. 14-15 yaşlarında iki sene Toronto’da yaşadık. O zaman ASALA aktifti, tehditler aldık. Hatırlarsınız, Kanada’da Türkiye Ottawa Büyükelçiliği’ne saldırı düzenlenmişti. Bunun üzerine Viyana’ya geri döndük. Lise eğitimimi Viyana’da tamamladım. İngiltere’de Imperial College London’da biyoteknoloji dalında lisans eğitimi aldım. Türkiye’ye dönme niyetim hep olduğu için burada iş bulabileceğim bir alanda lisans eğitimine yöneldim. Yani belki bir bisküvi şirketinde iş bulabilirim, diye bu alanı seçtim. Açıkçası genetiğe o yıllarda gıcık oluyordum, çok zor geliyordu. Yüksek lisansımı İngiltere’de Reading Üniversitesi’nde gıda bilimi alanında tamamladım. Bu alana da çok sıcak değildim. Belli kuralların dışına çıkamıyordunuz. Doktoramı ise Viyana Üniversitesi’nde mikrobiyolojide yaptım. Houston Üniversitesi’nde doktora tez araştırmalarımı sürdürdüm ve tezimi Viyana Üniversitesi’ne sundum.
HER ŞEY UMUTSUZCA ATILAN BİR E-MAİL İLE BAŞLADI
Harvard Üniversitesi’ne girişiniz nasıl oldu? -Ablam Boston’da yaşıyordu. Hamilelikte bir sağlık problemi nedeniyle bakıma ihtiyacı oldu. Ona yardımcı olmak için Amerika’ya döndüm. Viyana’daki ukala profesörler beni bilimden soğutmuştu. Bazı profesörler kendini dev aynasında görüyor. O aralar sanatçı olmak istiyordum. Harvard’dan bir arkadaşım, genetik alanında ilah kabul edilen Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Jon Beckwith’e bir e-posta yazmamı önerdi. Onu hiç tanımıyordum. Beni de kimse bilmiyordu. Yine de bir e-posta attım. Yıl, 1999’du. Yani internet bu kadar gelişmemişti. Şöyle bir mail attım: “Sayın profesör Beckwith, ben ablama bakıyorum. Laboratuvarınızda çalışmak istiyorum, sizi ziyaret edebilir miyim?” Umudum çok azdı. Ama beni Harvard Üniversitesi’ndeki ofisine çağırdı. O gün 24 Aralık’tı. Yani hem Noel, hem de kendisinin doğum günü. Ama hâlâ çalışıyordu. Odasına girdim, bir saatin 50 dakikası o konuştu. “Bu protein türü, yanlış şekillenmiş proteinleri düzeltiyor. Bunun üzerine çalışmak ister misin” dedi. Sonraki yıllarda Beckwith ile çok büyük bir dostluk kurdum. Sizi neden kabul etti? - Yıllar sonra benim gibi tecrübesiz birini böylesine önemli bir laboratuvara nasıl kabul ettiğini sordum. Bana gözümdeki şevk kıvılcımını yakaladığını söyledi. “Ben ona göre seçerim insanları, CV’leriyle çok ilgilenmem” dedi. Beckwith’in bu öğretisini, ben de uyguluyorum. Araştırmacı seçerken gerçekten o şevki ve kıvılcımı arıyorum.
BANA TAVŞAN CENNETİNE GİDECEĞİMİ SÖYLÜYORLAR
-Size Nobel getirebilecek araştırmalarınız var mı? - Ben bakteri genetikçisiyim. Bakterinin genetikleri ile oynuyorum. Nobel olmasa da, bilim dünyasının dikkatini çeken, sükse yapan bir araştırmam var. İnsan vücudunda bağışıklık sisteminde görev alan antikorları, bakterilerle elde edebiliyorum. Bunlar, vücudun askerleri. İnsan antikor genini, elde ettiğim yeni bir tür bakterinin içine koydum. Bu sayede bakterinin içinde bu antikoru sağlayabiliyoruz. Antikor elde etmek normalde çok zor iş. Bu hayvanlardan, özellikle de tavşanlardan elde ediliyor ve aylar sürüyor. Tavşanın bağışıklık sistemi harekete geçiyor ve antikorlar üretiyor. Hayvandan tüm kan alındığı için tavşan ölüyor. Şimdi bana bu süreci ortadan kaldırdığım için tavşan cennetine gideceğimi söylüyorlar. Ben tavşanların umuduyum yani. Bakterilerle çalışmak tehlikeli değil mi? - Bu bilim adamının sorumluluğu. Eğer uğraştığın şeyden haberin yoksa, tehlikeli sonuçlar doğabilir. Bakterilerle çalışırken çok temkinli yaklaşıyorsun. İlgilendiğiniz bakteri türü, eğer bir dinamit ise son derece dikkatli olmanız gerekiyor. Benim ilgilendiğim bakteri türleri, ancak bir salça kadar tehlikeli. İnsanlar bakterilerden çok korkuyor. Bakteriler dünya üzerinde yaşayan en eski canlı türlerinden biri. 4 milyar yıl önce dünya ateşten bir toptu. Kabuk tutar tutmaz, hayat hemen başladı. Yaşamın nasıl bu kadar çabuk başladığını anlamıyoruz. Üstelik ilk ortaya çıkan canlılar da, mikroplar. Onlar, bugün dünyada yaşayan tüm canlılarda bulunan kimyasal patikaları yarattı. Yani her şey bakterilerle başlıyor. İnsanlar kendilerini hep önemli görüyor, merkeze koyuyor. Belli sayıda nükleer bomba atılsa hayat biter diyorlar. Hayatta, hayat bitmez. İnsanlık yok olur, doğru. Ancak çok yoğun radyasyon seviyelerinde hayatta kalmayı başaran bakteri türleri var. Onlar için bu savaş problem değil. Bakterilere aşkla yaklaşıyorum.
ÖNCE NE İSTEDİĞİZİ BİLİN
Harvard Üniversitesi’ne girmek isteyen gençlere neler önerirsiniz? Şevkinizi takip edin. İsteklerini bulan biri, hayatın sırrını yüzde 80 keşfetmiş demektir. Bunu başardıktan sonra, bir işte gecelemek, okuma yapmak ve gelişim kendiliğinden geliyor. Ekmek parası için bir işteyseniz, mutlu olamazsınız. 70-80 yaşında ancak hala şevkini bulamayan insanlar var. Bu kolay bir iş değil. Dünyada 50 yıl sonra birçok önemli işi robotlar yapacak. Tek çıkar yol, yaratıcılık. Yeni şeyler düşünen, kimsenin daha önce dikkat etmediği bir alanda ilerleme kaydeden insanlar, bir adım öne çıkacak. Harvard’a girmek istiyorsan, notların tabii ki iyi olacak. Ama bu yetmiyor. Yüzde 100 başarılı olsan da giremeyebilirsin. Böyle binlerce Çinli ve Hindistanlı öğrenci var. Harvard senin ‘yapman gereken işlere’ bakmıyor. Boş zamanlarını nasıl değerlendirdiğini, hayata sunduğun katkıları dikkate alıyor. Opera yazdın mı? Sahilde güneşlenmek yerine, dezavantajlı bölgelerde çocuklara yardım ettin mi? Sadece ineklemekle Harvard’a giremezsin. Mikropların Mecnunu: Dr. Mehmet Berkmen Bilim ve sanat aynı alanlar Dr. Berkmen’in petri kaplarında bakterilerle yaptığı resimler birçok yarışmadan ödülle dönüyor. Berkmen, bu çalışmalarını şöyle anlatıyor: “Sanat ve bilimin aynı alanlar olduğunu düşünüyorum. Kendimi bir sanatçı olarak da görüyorum. Resim çizerim, estetik anlayışa sahibim. Bakterilere aşkla yaklaşıyorum ve onlardaki sanatı görüyorum.Sanatçı Maria Penil’le petri kaplarında çeşitli bakteri türlerini kullanarak, onları birer tuvale çeviyoruz. Geçen ay Amerikan Mikrobiyoloji Birliği’nin ‘Agar Sanat Yarışması’nda bu çalışmalarla birincilik ödülü aldık. Şimdi de bu alanda en prestijli ödüllerden biri kabul edilen Amerikan Deneysel Biyoloji Kurumları Federasyonu’nun (FASEB) biyosanat yarışmasında videomuzla birinci olduk. Düşünsenize bakterileri kullanarak resim çiziyorsunuz. İleride bilim ve sanatın iç içe olduğu sanat evleri kurmak gibi bir düşüncem de var. Boston’da Doğa Tarihi Müzesi’nde 2017’de biyosanat çalışmalarıyla ilgili bir bölüm açılacak. Çalışmalarımızın orada sergilenmesi düşünülüyor.” ‘
AKIL TERİ’M TÜRKİYE’DE AKSIN İSTERDİM
Türkiye’ye dönmeyi düşünür müsünüz?
- Her zaman istiyorum. Her somon, doğduğu ırmağa geri döner. 10 yaşında ayrılmama rağmen kendimi Türk hissediyorum. Kendi ‘akıl teri’min bu toprağa düşmesini isterim. Emeğimin başka ülkelerin ekonomisine katkı sağlaması beni kırıyor. Ancak Türkiye’de bilime yeterince önem verilmiyor. Fikirlere saygı yok. Burada köpekbalığı dolu havuzda kendimi bir hamsi gibi hissederim. Beş dakikada beni yerler. Sağlık Bakanlığı’nın daveti ile mi Türkiye’ye geldiniz? -Bakanlığa bağlı çalışacak Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’nın (TÜSEB) kuruluşu için dünyadan 400’ü aşkın araştırmacıyı İstanbul’da topladılar. TÜSEB, biyoteknoloji endüstrisi alanında atılım yapmak istiyor. Bu, dünyanın en büyük endüstri kollarından biri. Gelecek biyoteknolojide. Ancak Türkiye’de altyapımız eksik. Devlet bu konuda planlama yapmak için TÜSEB’i kuruyor. Şu an kağıt üzerinde, fakat önemli bir adım. Ar-Ge’ye sabırlı, düzenli ve uzun vadeli biryatırım gerekiyor. Araştırmacıları görüşlerine göre değil, liyakata göre seçeceksin ve en önemlisi rahat bırakacaksın. Bu topraklara uzun zamandır bilim yağmuru yağmadı. Toprak altında bekleyen çok tohum olmasına rağmen.
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/egitim/universiteler/185371/sadece-inekleyerek-harvarda-giremezsin.html
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir, teşekkür ederiz.
Bu habere yorum yapan ilk siz olun!